Yalnızlık, acı veren çoğu zaman kaçınmak için uğraştığımız bir yaşantıdır. Hatta yalnızlığın verdiği korkuyla sürekli etrafımızdan tehdit görebilme kaygısını dahi yaşarız. Yalnız başımayızdır çünkü. Tek başına bir şeylerle mücadele etme fikri bizi her zaman güçlü hissettirmez. Yoruluruz, yılarız belki. Evdeysek ve yalnızsak bir ses duymak isteyebiliriz. Televizyon sesi, şarkı sözleri… Arkada planda dikkatimizi vermesek dahi yalnızlığımızı gidermeye çalışır o sesler. Kendimizle baş başa kalmaya tahammül bile edemeyiz. Hiç yalnız olmadığı halde yoğun boşluk duygusu ile yanı başındakilere uzaklık hissederek yoğun acı hisseder kimisi de. Çok sayıda insanla bir aradayken bile epey yalnızlık hissedilebilir.
Öte yandan kimisi de vardır ki kendi başına olmayı arzular kendi başına olmasına rağmen yalnızlık hissetmez. Ağaçlı bir yolda uzun yürüyüş yaparken, evde çok sevdiği maketiyle meşgul olurken olduğu gibi. Kendi başına kalmaktan büyük keyif duyar. Hatta yalnızlık kimine göre yaratıcı ve özgün olmanın yolunu açar. Usta şair, yazar ve ressamların ünlü eserlerinin kendi başlarınayken ortaya koyması gibi.
Devamını Oku... 'Yalnızlık Bir Hapis Değil Özgürlük Olabilir'

Anne çocuk ilişkisi, sevgi, bağlılık ve karşılıklı destek üzerine kurulu bir bağdır. Ancak bazen bu ilişkide duygusal yükler, fark edilmeden hem anne hem de çocuk üzerinde baskı yaratabilir. Özellikle bazı anneler, geçmişteki fedakarlıklarını veya yaşadıkları zorlukları sık sık dile getirerek çocuklarında suçluluk hissi uyandırabilir. Bu durum, genellikle annenin kendi duygusal ihtiyaçlarını karşılayamaması veya bu ihtiyaçlarını ifade etmekte zorlanmasından kaynaklanır.
Psikanaliz teorilerinden Melanie Klein’in yaklaşımına göre, annenin “kadınsı”lığı, çocuğun kendi cinsel kimliğini keşfetme sürecinde bir rehberdir. Çocuğun gelişiminde annesinin rolü sadece bakım veren bir figür olmaktan çok daha fazlasıdır.
İlişkilerinde sürekli olarak partnerinin seni sevip sevmediğinden, terk edilip edilmeyeceğinde ya da yeterince değer görüp görmediğinden emin olamıyorsan kaygılı bağlanma stiline sahip olabilirsin.
Hepimiz mutlu olmak istiyoruz. Ancak mutluluk dediğimiz kavram genellikle dışsal faktörlere bağlanıyor: bir terfi almak, güzel bir evde yaşamak, ideal bir eş bulmak ya da mükemmel bir hayat sürmek… Peki, bu arayış bizi gerçekten tatmin ediyor mu? Yoksa mutluluğu yanlış yerde mi arıyoruz?
Hayat akışında ilerlerken kafamızın içinde sürekli bir şeyler dolanır, içimizdeki ses hiç susmaz. “Bu yaptığım çok saçmaydı. Şimdi diğerlerinin yüzüne nasıl bakacağım? Kendinden utanmalıyım. Bak diğerlerine ben çok başarısızım. Çok aptalım.” gibi bir sürü eleştirel yargılayıcı sesler dolanır durur. Çoğu zaman bu seslerden kaçmak için yalnız bile kalamayız. Kendimize tahammülümüz yoktur çünkü. İçimizdeki ses hep bizimledir hayatımızın bir parçası haline geldiği için bu seslerin çoğu zaman farkında olmayız. Herkes kendi içinde konuşabilir. Önemli olan bu sesler sürekli bizi demoralize mi ediyor? Kendimizi değersiz mi hissettiriyor? Özgüvenimizi mi kırıyor? Utanmamıza mı neden oluyor?
Gelişmekte olan insanın en temel gereksinimlerinden biri temastır. Bakım veren bebeğe uygun temas sağladığında bebek gülümsemeyle, çeşitli huzur dolu davranışlarla karşılık verir. Bakım veren de bebeğin geri dönütü ile nasibini alır. Parmağınızı saran o minik eli hissetmek ya da bir gülümsemeyle aydınlanan tombul bir yüzün verdiği mutluluk, neredeyse evrensel bir hazdır.
Romantik ilişkilerde manipülasyon, partnerlerden birinin kendi çıkarları doğrultusunda partnerinin duygu, düşünce ya da davranışlarını kontrol altına almasıdır. Manipülasyon yapan partner, karşı tarafın zayıf yönlerini kullanarak kendi amacına ulaşmaya çalışır. Açık iletişim ve empati yerine amacına ulaşmak için dolaylı yollarla partnerini suçluluk, korku veya minnet gibi duygular hissettirerek etkiler. Bu tür manipülasyonlar, uzun vadede partnerin özgüvenini zedeler ve ilişkide ciddi sorunlara yol açabilir. Manipülasyon içeren bazı cümleler şunlardır;
Evrimsel olarak, kaygı bizi tehlikelere karşı korumak amacıyla gelişmiştir. Atalarımız, hayatta kalmak için çevredeki tehlikeleri önceden sezmek zorundaydı. Bu nedenle, belirsizliğe karşı tetikte olma hali evrimsel bir avantaj sağladı. Modern dünyada da kaygı, belirli düzeye kadar bizi hayatta tutan işlevselliği olan duygumuzdur. Fakat bazen gerçek bir tehdit olmadığında dahi kaygımız tetiklenebilir, bizi olası tehlikelere karşı koruyan duygumuz olan kaygı işlevsiz hale gelebilir. Bu nedenle kaygı ikiye ayrılır;